Boşanma süreçleri, bireylerin hayatında genellikle zorlu ve travmatik deneyimler olarak yer alır. Bu süreçte, özellikle kadınlar bazı yasal kısıtlamalarla karşılaşarak hayatlarını zorlaştırabilmektedirler. İşte bu noktada karşımıza çıkan ve yıllardır tartışma konusu olan 300 gün kuralı, boşanan kadınların yeniden evlenmesi üzerinde kısıtlayıcı bir etkide bulunmaktadır. Bu kural, Türkiye’de boşanan kadınların, boşanma tarihinden itibaren 300 gün içinde yeni bir evlilik yapmalarını yasa ile sınırlamaktadır. Ancak bu kural, kadınların bireysel özgürlüklerini kısıtlamakta ve sosyokültürel açıdan tartışmalara neden olmaktadır. Gözler, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) çevrildi ve bu kuralın kaldırılabileceği yönünde umutlar oluştu.
300 gün kuralı, Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesine dayanmaktadır. Bu yasa, kayıtsız şartsız kabul edilen bir asymetrik bir yaklaşım sunmakta. Yani bu durum, kadının, boşandığı eşinin ve çocukların haklarını gözetmek amacıyla getirildiği savunulmakta. Ancak birçok uzman, kuralın cinsiyet eşitsizliğini pekiştirdiğini ve kadınları haksız yere cezalandırdığını düşünmektedir. Boşanan kadınların, yapacakları yeni bir evlilikte olası bir çocuğun babasının belirsizliği nedeniyle kısıtlanması, pek çok kadın için derin psikolojik etkiler yaratmaktadır. Bu durum, kadınların toplum içerisindeki rollerini ve ekonomik bağımsızlıklarını da etkilemektedir.
Anayasa Mahkemesi, 300 günlük yasakla ilgili bir davayı değerlendirmeye alarak, konunun hukuki açıdan tekrar sorgulanmasına yol açtı. Eğer AYM, bu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmederse, bu durum, pek çok boşanan kadının sosyal hayatını olumlu yönde etkileyecektir. Kadınların, boşanma sonrası hayatlarına yeniden yön verebilmeleri, kariyerlerine ve sosyal hayatlarına daha aktif bir şekilde katılabilmeleri sağlanmış olacaktır. Ayrıca bu karar, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından bir dönüm noktası olabilir. Mahkemenin alacağı olumlu bir karar, toplumsal normların değişmeye başladığını ve kadınların haklarının güvence altına alınması gerektiğini de ortaya koyacaktır.
Boşanan kadınların yaşadığı zorluklar yalnızca yasalarla sınırlı değildir; toplumsal baskılar ve stigmatizasyon da sıkça yaşanmaktadır. AYM'nin bu konuda vereceği karar, yalnızca hukuki bir değişiklik değil, aynı zamanda toplumsal algının da evrilmesine neden olabilir. Kadın hakları noktasında atılacak adımların yalnızca yasal düzlemle sınırlı kalmaması gerektiği unutulmamalıdır. Farkındalık artırma kampanyaları, eğitim programları ve toplumsal bilincin yükseltilmesi gibi yönlerde atılacak adımlar, kadının toplum içindeki yerini güçlendirerek onları daha bağımsız bireyler haline getirebilir.
Sonuç olarak, 300 gün kuralı, Türkiye’de boşanan kadınların yaşamlarını kısıtlayan bir durum olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin bu konu üzerindeki kararı, pek çok kadın için umut verici bir gelişme olarak öne çıkmaktadır. Gözler, AYM’nin vereceği karara çevrildi ve bu kararın yalnızca hukuki değil, aynı zamanda toplumsal değişim açısından da büyük bir öneme sahip olduğu net bir şekilde görülmektedir. Kadınların eşit haklara sahip oldukları bir toplum yaratmak, birlikte atılacak adımlarla mümkün olacaktır.